Çocuğum yemek yemediğinde çok sinirleniyorum, bağırıyorum, kendime hakim olamıyorum. Sonra pişman olup vicdan azabı yaşıyorum ama bir sonraki öğünde yeniden aynı şey oluyor ve ben yine bağırıp çağırıyorum. Öyle ki ev içinde hiç huzurumuz kalmadı. Yemek vakitleri yaklaştıkça geriliyorum, stres basıyor. Eşimle de sürekli çocuğumuz yemek yemiyor diye tartışıyoruz. O da sorunun ben de olduğunu ve fazla abarttığımı söylüyor. Durmadan bu yüzden kavga ediyoruz. Ne yapacağımı bilmiyorum!
Bu satırlar çocuğu yeme sorunu yaşayan çok sayıda anneden gelen ortak seslerin bir yansıması. Saatlerce mutfakta geçirilen zaman, özenle hazırlanan yemeklerin ziyan oluşu, çocukların ısrarı, ağlaması, öğürmesi, kusması ve sonunda gelen sinir harbi.
Neden çocuklarımız yemek yemediği zaman bu kadar çok sinirleniyoruz? Neden biz anneler bu derece kontrolden çıkarken babalar bir kenarda her şey yolundaymış gibi oturabiliyor?
İşin sırrı biraz yaratılış da biraz da annelerin zorlu hayatlarında gizli.
Biz kadınlar, yavrularımızı beslemeye programlanmış canlılarız. Daha hamile olduğumuzu duyduğumuz anda ilk aklımıza gelen bebeğimizi sağlıklı beslemek olur. Hayatta ağzımıza sürmediğimiz şeyleri sırf bebek sağlıkla büyüsün ve doğsun diye yeriz. Midemiz bulanıp kustuğumuzda yada iştahsızlaştığımızda hemen suçluluk duymaya başlarız. ‘Bebeğimi besleyemiyorum’ diye dertleniriz.
Aynı süreç doğum sonrası zirve yaparak devam eder. Bu kez de sütüm yetiyor mu, bebeğim doyuyor mu diye kendimizi sorguya çekmeye başlarız. Çünkü varlık amaçlarımızdan biri yavrularımızı beslemektir. Çocuğumuzun aç olması ihtimali bile bize uykularımızı kaçırtabilir. Çünkü fizyolojimiz tam da bize bunu söyler. ‘Yavrularını besle!’
Yavrularımızı doyurmamıza yardımcı bu hislerimizde bir sorun yok. Sorun sınırlarımızı aştığımızda ortaya çıkıyor.
Nedir bu sınırlar?
Biz kadınlar her ne kadar yavrularımızı besleyip büyütmeye programlansak da doğumdan sonra çocuğumuzun fizyolojik olarak açlık/tokluk kontrolü konusunda bizden daha iyi kararlar verebileceğini unutuyoruz yada bilmiyoruz.
Bir bebek kendisini iyi hissettirecek miktarda beslenmeyi bilerek dünyaya gelir. Bu nedenle açıkınca ağlar. Siz de onu beslersiniz. Doyunca uyur. Uyandırıp daha sağlıklı olsun diye beslemeye kalktığınızda ortalığı yakar. Çünkü doymuştur ve ihtiyacı olan şey beslenmek değildir.
Aynı bilgi ek besin sürecine geçen çocuklarda da var. Onlar için daha doyurucu ve iyi hissettiren besinin anne sütü yada devam sütü olduğunu bilirler. Bu nedenle ek besin olarak onlara sunduğunuz yiyeceklerin sadece tadına bakarlar. Fazla zorlandıklarında huzursuzluk çıkarmaya başlarlar. Çünkü vücutları onlara süt içmesini söyler. Bunun nedeni içine ne koyarsanız koyun hiçbir ek gıda anne sütünden daha kalorili ve besleyici değildir. Bu geçiş sürecinde çocukların lezzetleri sadece tatması için desteklemek asıl besinlerinin anne sütü yada devam sütü olduğunu hatırlamak da fayda var. Miktara yine çocuğun kendisi karar vermeli. Kitaplarda yazan, doktorların söylediği şeylere değil çocuğunuzun sesine odaklanmak işleri kolaylaştırabilir.
Gelelim biraz daha büyük çocuklara!
Ek besinden artık öğünlü beslenmeye geçen çocuklarda tıpkı doğduklarında olduğu gibi ne kadar yemeleri gerektiğini bilirler. Şunu hatırlamak önemli; çocukların mideleri kendi yumruklarından biraz daha büyüktür. Dolayısıyla yiyebileceği en yüksek miktar kendi yumruğu kadardır. Fazlasına zorlandığında vücudu fizyolojik tepkiler verir. Gerçekten karnı ağrır, midesi bulanır, kusmak yada öğürmek ister. Bu tepkilerin hiç birini çocuğunuz sizi sinirlendirmek için yapmaz. Vücudu ona yapması gerektiğini söyler. Biz yetişkinler çocukları kendimiz gibi sanarak büyük yanlışa düşüyoruz. Biz bedenimize fazla yemekle baş etmeyi öğretmiş durumdayız. Ki bu çağımızın en büyük hastalığı. Gereğinden fazla besleniyoruz ve çocuklarımızı da aynı yanlışın içine sürüklüyoruz. Zorlama, tartışma ve gerilim çocuklarda ‘Kendimi fazla yiyince kötü hissediyorum ve en güvendiğim insan olan annem beni bu kötü duruma zorluyor. Bir de dayanamadığım için bana kızıyor, bağırıyor’ mesajından başka bir şey vermiyor. Bu kaygı dolu mesajın sıklığı arttıkça çocukların yemekle olan ilişkileri bozuluyor. Daha yemeden vücutları olumsuz sinyaller vermeye başlıyor. Ağzına kaşık götürmeden öğürmeler, yemek kokusuna dayanamama gibi durumlar beyinlerinin onlara hatırlattığı olumsuz anların fizyolojik sonuçları.
Peki ne yapmalı?
Çocuğunuzun yeme miktarına ve zamanlarına kendi karar vermesini sağlayın. Evin düzeni sürsün, tekrar tekrar masa kurmayayım diye çocuğunuzu yemeye zorlamayın. Çocuğunuzun neyi ne kadar yiyeceğine kendi karar verebileceğini bilmek kaygılarınızı azaltır. Bunu gerekirse mutfak dolabınıza yazıp yapıştırın. Çocuğunuz gerçekten yemek yemezse ve ciddi bir açlıkla karşı karşıya kalırsa kilo kaybetmeye başlar. Eğer çocuğunuz istediği miktarda yemek yiyor üstüne de boyu uzuyor, kilosu düşmüyorsa her şey yolundadır. Bunu kendinize sık sık hatırlatın. Komşunun gürbüz oğlu yada pembe yanaklı kızı bir kıstas olmamalı. Az yemek sağlıklı olandır. Çok yemek çocuğu hasta eder.
Son olarak da bu günlerin geçeceğini bilin. Yeme yemeye alışmak çocukların geçtiği zorlu süreçlerden sadece biri. Bu süreci eğlenceli hale getirin. Geriye dönüp annesinin öfkesini değil onun için hazırladığı güzel kokuları hatırlasın. Bırakın yaptığınız çorbadan 2 kaşık yesin ama tadı damağında kalsın. Bir gün ikinci kase için elini size uzatacağından emin olun.
iPad’imden gönderildi
Merhaba kızım Nisan ayında 5yasinda olacak neredeyse ek gıda geçtiğimiz gunden beri yemek sorunu yaşadık.hic sevdiremedim geçen yaz geniz eti ameliyati oldu , bu arada 3 ay kadar psikolog düzenli gittik, herhangi bir sorun gorulmedj , bir kaç öneri verildi sofra ile ilgili devam etmeye gerek duyulmadi.ama kilomuz 13 indi 15 idi , yemek hep sorun çok yavaş yiyor ve ağzında tutuyor mudahele edince inat edip ağlayıp kusuyor , bu ara akşam yemeyi de bıraktı , aç da kaldı bişey değişmiyor ne yapmali
YanıtlayınSil